Bir önceki yazıda, post-punk’a kendi özgün niteliklerini kazandıran unsurlara bakmaya devam etmiştik. Bunlar;
– geri çekilmiş ve soğuk tonlar,
– yankı efektleri,
– çelişki ve zıtlıklardı.
Bu unsurların post-punk müziğin atmosferik ve melankolik niteliğini beslediğine, böylece dinleyicilerin hem içe dönük hem kolektif bağlar kurmasına yardımcı olduğuna değinmiştik.
“Post-Punk’ın İzinde Atmosferik Bir Yolculuk” adlı yazıyı okumak için tıkla.
Bu yazıda ise yönümüzü coldwave, gotik rock ve darkwave gibi post-punk’ın alt türlerinin belirgin özelliklerine ve temsilcilerine çeviriyoruz. Bunu yaparken, bu türleri birbirinden ayırmaya çalışmıyorum, ki bu zaman zaman neredeyse imkansızdır. Yine de her bir müzik türünün ayırt edici olabilen özelliklerine beraber bakalım.
Araştırmacı ve besteci Neil O’Connor’ın 2023’te yayımlanan “Dark Waves: The Synthesizer and the Dystopian Sound of Britain (1977-80)” kitabının önsözünde Cabaret Voltaire’den Stephen Mallinder, post-punk’ın ortaya çıkışı ve onu takip eden dönemi şu sözlerle tarif ediyor:
“Belki de sound’un gerçek on yılı, onları önceleyen akış halindeki dönemlere tepki olarak gerçekleşti: 1976-1988. Bu, daha az keyfî, daha çok düşünülmüş bir dönemdi; teknolojinin yönlendirdiği popüler kültür ve kuşaklar boyu süren gençlik enerjisi hayatlarımızı yeniden şekillendirdi. 1970’lerin başlarından ortalarına kadar ve 1980’lerin ortalarında yaşanan çalkantıların her ikisi de çatışma dönemleriydi: savaş, grevler ve toplumsal huzursuzluk. Bunlar da punk, post-punk ve daha sonra patlayan house ve techno kulüp kültürlerinin ortaya çıkışıyla karşılık buldu. Hepsi de sistemdeki ani yükselişler. Elektronik müzik ve kullandığı teknolojiler, bu değişimleri hem katalize etti hem de yapılandırdı. Bu bir formül ya da düzgün doğrusal bir yörünge değil; değişimin, etki ve tepkinin kabulüdür: bir diyalektik ve sonik bir sentez. Belirsizliğin, umudun ve kör inancın her şeyi canlı ve mümkün kıldığı, müzik için değişken ama dikkate değer ve özgün bir dönem.”
İlk yazıda, özellikle Britanya’daki politik atmosferin post-punk’ın doğuşunu nasıl etkilediğine bakmıştık. Aynı şekilde, post-punk da “daha geniş anlamda, farklı disiplinler ve hatta kurumlar arasında izin verilen bir dizi yeni konjonktür içinde bir yaratım olarak” nitelendirilebilirdi. Gavin Butt, bu son ifadeyi, Kodwo Eshun ve Mark Fisher ile birlikte 2016’da yayıma hazırladıkları “Post-Punk Then and Now” adlı kitapta şu sözlerle daha da ileriye götürüyor:
“Post-punk o zamanlar bir tür genişletilmiş kültürel oyun alanı olarak akıl sağlığınızı riske attığınız ya da en azından kendinize özgü bir şey yaparken kültür bekçileri tarafından deli olarak görülme olasılığınızı riske attığınız bir yerdi. Sanattan, filmden, eleştirel teoriden ya da başka bir şeyden yararlanmak – tüm bunlar kamusal alanın yeniden hayal edilmesine ya da yeniden yaşanmasına, alternatif vizyonların oluşturulmasına olanak tanıyacak şekilde karıştırılmasına izin verdi.”
İşte post-punk’ın hem içinde olduğu hem de yarattığı bu alan, kısa sürede çok sayıda alt türün ortaya çıkmasına neden oldu, çeşitli ve yenilikçi bir harekete dönüştü. Coldwave’in atmosferik sesleri ve kara kara düşündüren atmosferinden gotik rock’ın akıldan çıkmayan yoğunluğuna ve darkwave’in ruhani melodilerine kadar bu alt türler, alternatif müziğin sınırlarını zorladı ve bugün de sanatçılara ilham vermeye devam ediyor.
Coldwave
Coldwave, 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında post-punk’ın daha karanlık, atmosferik ve melankolik bir dalı olarak ortaya çıktı. Coldwave’i post-punk, gotik rock ve darkwave’den ayıran en önemli özelliklerden biri, minimalist ve görece daha sert sound’u oldu. Coldwave grupları; sade ve tekrarlayan ritimler, minimalist gitar hatları, kasvetli ve monoton vokaller kullanarak önseziye dayalı bir ses çerçevesi yarattılar. Fransa ve Belçika başta olmak üzere Kuzey Avrupa’nın soğuk ve endüstriyel manzaralarından etkilenerek ortaya çıkan coldwave, kentsel çevredeki yaşamın sert ve zorlu gerçeklerini yansıtan ham ve aşındırıcı bir doğaya sahipti.
Coldwave, post-punk hareketinin çoğunda olduğu gibi, politik ve toplumsal temalarla iç içeydi. Müziğin soğuk ve kasvetli sesi, dönemin hayal kırıklığını ve huzursuzluğunu yansıtıyor; birçok grup, müziği bir toplumsal yorum biçimi olarak kullanıyordu. Şarkı sözlerinde yabancılaşma, kentsel çürüme ve siyasi baskı gibi konular başta olmak üzere dönemin çalkantılı siyasi ikliminin yansımaları vardı. Nitekim, birçok coldwave grubu solcu ve anarşist ideolojilerden etkilendi; bazıları müziklerini baskıcı siyasi rejimlere karşı muhalefet ve direniş aracı olarak kullandı.

(Fotoğraf: Richard Melloul /Sygma/CORBIS/Sygma, Getty Images aracılığıyla)
Dönemin yeraltı müzik basını tarafından “coldwave’in embriyonik başlangıcı sırasında yayınlanan en etkili albümlerden ikisi” olarak kabul edilen Dantzig Twist (1979) ve Rue de Siam (1981)’ın yaratıcıları Marquis de Sade, coldwave’in Fransa’daki öncüsü oldu. Marquis de Sade’ın aktif olduğu 1977-1981 arası yıllarda Fransa önemli bir siyasi ve sosyal değişim dönemi yaşıyordu. Ülke 1974’ten 1981’e kadar Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d’Estaing liderliğinde yönetildi. Muhalif kesimler d’Estaing’ın ekonomi politikalarının zenginleri ve büyük şirketleri kayırdığını, sosyal eşitsizliğin artmasına ve işçi haklarının zayıflamasına yol açtığını vurguluyordu. Kemer sıkma politikaları ve sosyal programlar, işçi sınıfı ve dezavantajlı gruplara zarar vermeye başladı. Ayrıca, hükümetin Afrika ve Orta Doğu’daki sömürgeci dış politikası, insan hakları ve demokratik ilkeleri tamamen yok sayıyordu.
Böyle bir politik ve toplumsal atmosferde Marquis de Sade gibi gruplar; post-punk, minimal wave, funk, punk rock, new wave ve elektronik müzik unsurlarını harmanlayarak kendilerine özgü bir sound ve müzikte yabancılaşma, umutsuzluk ve varoluşsal endişe temalarına yer veren karanlık ve düşünceli bir atmosfer yarattılar. Onların yaptığı, bir yanıyla, zamanın siyasi gerçekleriyle ilişki kurmaya ve marjinalize edilmiş ya da baskı altında hissedenlere bir ses sunmaya çalışan sanatsal bir ifade biçimiydi.
Gotik Rock / Goth Rock
Gotik rock, post-punk müziğin coldwave ile birlikte en erken alt türlerinden biri olarak 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında ortaya çıktı. Karanlık ve atmosferik sound’u, içe dönük şarkı sözlerine ve genellikle teatral estetiğe sahipti. İlham aldığı kaynaklar, post-punk’tan punk rock ve glam rock’a kadar çok çeşitliydi ve bu sayede benzersiz bir ses ve stil karışımı yarattı. Daha çok kendin-yap (DIY) ethosuna ve politik yorumlara dayanan post-punk’ın aksine gotik rock, gotik edebiyat ve sanattan ilham alarak romantizm, mistisizm ve ürkütücü temaları benimsedi.
Gotik rock’ın sound’u genellikle melodik gitar hatları, dramatik vokaller ve bir ihtişam duygusu içerir, bu da onu coldwave ve darkwave’in daha minimalist ve aşındırıcı niteliklerinden ayırır. Müzikte genellikle minör akorlar, reverb ile derinlik ve boşluk hissi yaratan diğer efektlerden yararlanılır. Fısıltılardan güçlü çığlıklara ve operaya benzer elementlere kadar değişen vokaller, müziğin duygusal yoğunluğunu artırır ve parçaların dramatik ve teatral niteliğine katkıda bulunur. Şiirsel ve soyut sözler, müziğe esrarengiz bir nitelik kazandırır.
Bu türün öncüleri arasında, “In the Flat Field” (1980) adlı ilk albümleriyle Bauahus, “Juju” (1981) ve “A Kiss in the Dreamhouse” (1982) albümleriyle Siouxsie and the Banshees ve farklı müzik tarzlarıyla da bilinmesine rağmen özellikle “Seventeen Seconds” (1980) ve “Pornography” (1982) gibi ilk albümleri gotik rock türünde ufuk açıcı çalışmalar olarak kabul edilen The Cure, çoğunlukla akla ilk gelen isimlerdir.
Saydığım bu öncü isimler dışında, tam da darkwave’e geçiş yapmadan, gotik rock ve darkwave türlerinde önemli rol oynamış olan bir grup, Clan of Xymox’a bakmak istiyorum. 1980’lerin başında Hollanda’da kurulan Clan of Xymox (ya da kısaca Xymox) müziğinde; gotik rock, new wave ve elektronik müzik unsurlarını harmanladı. Kendi adlarını taşıyan 1985 tarihli ilk albümleri ve “Medusa” (1986)’da yer alan erken dönem parçaları, gotik rock ve darkwave sound’unun tanımlanmasına yardımcı oldu. Xymox, aktif kariyerinde elektronik dans müziği ve endüstriyel müzik unsurlarını bir araya getirirken gotik rock köklerini de koruyarak sound’unu geliştirmeye devam ediyor. “Creatures” (1999) ve “Days of Black” (2017) gibi albümler, aynı zamanda hem grubun sound’una sadık kalıyor hem de grubun değişen müzikal trendlere uyum sağlama yeteneğini gösteriyor.

Darkwave
1980’lerin başında post-punk ve new wave’in alt türlerinden biri olarak ortaya çıkan darkwave, adından da anlaşıldığı gibi, genellikle karanlık ve melankoliyle özdeşleştirilir. Müziklerini Joy Division ve The Cure gibi grupların attığı temeller üzerine inşa eden ilk darkwave sanatçıları; elektronik müzik, ambient müzik ve gotik rock unsurlarını bir araya getirerek bu türün ikonik sound’unu yaratmışlardır.
Darkwave’i post-punk, coldwave ve gotik rock’tan ayıran en önemli özelliklerden biri, elektronik enstrümantasyona ve daha ruhani, atmosferik bir sese odaklanmasıdır. Darkwave’de rüya gibi bir ses yaratmak için sentezleyiciler, davul makineleri ve diğer elektronik unsurlar sıklıkla kullanılır. Gotik rock’ın gitar odaklı sound’unun ve coldwave’in ham, minimalist yaklaşımının aksine darkwave’in müziği genellikle doku ve ruh haline vurgu yapan daha cilalı ve fütüristik bir kaliteye sahiptir. Darkwave’in şarkı sözleri de daha içe dönük ve soyut olma eğilimindedir ve izolasyon, özlem ve iç kargaşa temalarına yer verir.
Bir geçiş grubu olarak saydığım Clan of Xymox (Hollanda)’ın yanı sıra Cocteau Twins (İskoçya) ve Dead Can Dance (Avustralya) gibi gruplar darkwave’in tanınmış öncüleri olarak kabul edilmekle beraber farklı ülkelerden bu türün gelişimine katkıda bulunan daha pek çok grup var. Örneğin, 1980’lerin ilk yarısında Almanya’da ortaya çıkan Xmal Deutschland; post-punk, gotik rock ve new wave etkilerinin benzersiz karışımıyla hem duygusal olarak yoğun hem de dans edilebilir bir darkwave sound’unu yarattı. Sürükleyici ritimleri, atmosferik gitarları ve Anja Huwe’nin ruhani fısıltılardan güçlü feryatlara kadar değişen kendine özgü vokaliyle Xmal Deutschland parçaları bu tür içinde ayırt edici bir yer kazandı. Xmal Deutschland’ın “Fetisch” (1983) ve “Tocsin” (1984) gibi ilk albümleri darkwave türünün klasikleri olarak kabul edilir ve etkileri hâlâ birçok çağdaş sanatçının müziğinde duyulabilir.
Kara Kadans’ın sonraki yazısında bu kez sadece kulağımızı değil gözümüzü de post-punk’ın farklı bir yönüne çevireceğiz. Post-punk kültürünün moda üzerindeki etkisi, grupların sahne kıyafetleri, imajları ve moda ile müzik arasındaki etkileşim hakkında konuşacağımız bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Bir sonraki yazıda görüşene dek, senin için seçtiğim 5 coldwave, gotik rock ve darkwave şarkısı:
- Walls – Marquis de Sade
- Medusa – Clan of Xymox
- Persephone – Cocteau Twins
- The Host of Seraphim – Dead Can Dance
- Incubus Succubus II – Xmal Deutschland
Kara Kadans bültende bu zamana kadar adı geçen tüm parçaları, Spotify’da yer alan “Kara Kadans Çalma Listesi”nde bulabilirsin.




