Lorenzo Ottone’nin bu yazısının İngilizce aslı, 11 Mart 2021’de Domus‘ta yayımlanmıştır.

Molchat Doma – Etazhi albüm kapağı (2018)

Brütalizm, İkinci Dünya Savaşı sonrası isyankar gençlik tarafından göz ardı edilmekten sosyal konut ütopyalarının sembolü haline gelmeye kadar, yetmişli yıllardan itibaren çoğunlukla post-punk karşı kültürüyle bağlantılı estetik bir dirilişe tanıklık etmiştir.

Bundan elli yıl önce, 1971’de İtalyan progresif rock grubu Le Orme, Collage adlı albümlerini yayınladı ve bu albümden çıkan ilk tekli ‘Cemento Armato’ oldu. Bu parça, ekonomik patlama sonrası şehirdeki modern insanın durumu üzerine ekolojik ve sosyo-politik bir yansımaydı. Şehir, birçok genç protestocu tarafından kaçılması gereken boğucu bir beton tuzak olarak görülüyordu. Esasen betonarme anlamına gelen şarkı adı, Fransızcada beton brut olarak geçen ham betondan çok da farklı değildir. Bu terim ilk kez İngiliz mimarlık eleştirmeni Raynard Banham tarafından 1955 tarihli The New Brutalism adlı makalesinde brütalizmle ilişkilendirilmiştir.

Banham’ın yazdığı yıllar, yeniden yapılanma sürecindeki Avrupa için oldukça önemlidir. Bu süreç, çoğunlukla modernizmin ilkelerine dayanmaktadır ve brütalizm de bunun en sık benimsenen sapmalarından biridir. Brütalizm kavramı Birleşik Krallık’ta doğmuş olmasına rağmen kısa sürede kendi sınırları dışında da inşa edilen mimarileri kapsayan bir makro etikete dönüşmüştür.

Brütalist mimari, İskandinav ampirizmiyle birlikte, biçimsel olarak Amerikan demokrasisine ama inceden inceye SSCB’deki sosyalizme bakan Batı dünyası için çok önemli bir değişime işaret eder. Avrupalı olan ve olmayan sosyal konutlar, Sovyet beton damlalarına olduğu kadar Le Corbusier’nin Citè Radieuse‘ünün sosyal sezgilerine de başvurmaktadır.

Öte yandan, savaş sonrası Avrupasının evlatları, doğayı yapılaşma uğruna feda eden bir kentsel genişlemeye şüpheyle yaklaşmaktaydı. Bu nedenle ekolojizm, çiçekleri ve renkleriyle yeni filizlenen hippi kültüründe, brütalizmin gri tonlarına ve biçimsel sentezine karşı verimli bir zemin bulmuştu.

Post-Punk ve Brütalist İsyan

Ancak ‘Cemento Armato’dan on yıl sonra, hippilerin pastoral ütopyaları, post-punk’ın hızla takip ettiği punk’ın kentsel nihilizmi tarafından süpürüldü. Bu karşı-kültür sahnesi; ‘Lili Marlene‘i cover’lama akımından Cabaret Voltaire ve Bauhaus‘un bariz saygı duruşlarına kadar, modernizmi ve Weimar Cumhuriyeti’ne özgü atmosferleri sanatsal söyleme geri getirdi. Estetik bağlamda, İtalyan şarkıcı Garbo ve Joy Division‘ın asker gömlekleri gibi görünümleriyle, kromatik paletler saykodelik ve renkli desenlerin zaferinden grinin degradelerine hızlı bir geçiş yaptı.

Bu nedenle brütalist mimari, gençliğin hayal kırıklığını yansıtan bir ayna oldu. Sosyal konut gibi asil ideallerin ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra daha toplulukçu ve daha az bireyci olarak yeniden dirileceğine kendini inandıran Batı dünyasının başarısızlığını somutlaştırdı. Post-punk gençliği, bir zamanlar umudu temsil eden binaların artık bakımsız kaldığı şehirlerden ve onların köhne işçi sınıfı mahallelerinden kaçmak yerine, beton brut estetiğini benimseyerek onu sanatsal bir yeniden doğuşun yapısal bir unsuruna dönüştürdü. Böylece şehir, yeni bir dilin yaratılmasına yardımcı olan bir altyapı haline geldi. 2021’de yayımlanan Superstructures (Note of an Experimental Jetset / Volume 2) adlı kitap, aralarında post-punk’ın da bulunduğu dört farklı sanatsal akım ile Amsterdam arasındaki ilişkiyi analiz ediyor.

Beton yüzeyler; ayna topları, aşırılık ve gösterişten oluşan baskın bir kültüre karşı muhalefetin ifadesi haline gelen ve sanatı fotokopi sanatı olarak adlandırılan Xerox makinelerinin kromatik çözümleriyle mükemmel bir diyalog kuruyor gibi görünüyor. O halde, Batı tüketimciliğinin kükreyen toplumu tarafından dışlanan post-punk gençliğinin, varoşlara ihanet eden dünyaya karşı bir tür intikam olarak brütalist mimarinin zirveye ulaştığı Doğu Blokuna yönelik bir hayranlık geliştirmesi şaşırtıcı değildir.

[20. yüzyılda mimari, tasarım ve sanat alanlarında yeni akımlar yaratmış bir okul olan] Bauhaus’a ve post-punk kültürüne çok şey vermiş bir ülke olan Almanya’da bu yıllarda sanatçıların ilgisini en çok Berlin’in doğu yakası çekmiştir. Oradaki eski, terk edilmiş brütalist binalar önce post-punk, sonra tekno gibi karşı-kültürel sahnelerin geliştiği squat’lara dönüşmüştür. Bu yüzden, İtalyan grup CCCP‘nin doğduğu şehrin Berlin olması da hiç şaşırtıcı değil. Hatta grup, 1996 tarihli retrospektif Live in Punkow‘un kapağında Doğu Berlin’in Pankow semtindeki bir dizi apartman bloğunun fotoğrafını kullanmıştır.

CCCP – Live in Punkow albüm kapağı (1996)

Benzer şekilde, İngiltere’de 1980’lerin post-punk müziğinin en etkili isimlerinden Manchester merkezli Factory Records‘un görsel kimliğini belirleyen de bir sanayi binasının siluetini ve tüten bacasını temsil eden bir logo ile aslında eski işçi sınıfının sosyalist gururudur.

Brütalizmin Yeniden Keşfi

Son yıllarda, belirsiz sosyal ve ekonomik koşullar nedeniyle de, post-punk Amerika’dan Avrupa’ya, Birleşik Krallık’tan eski SSCB’ye kadar yeraltı müziğinde sağlam bir canlanmaya tanık oldu. Bununla birlikte, brütalist ve neo-brütalist mimariye yönelik yenilenen ilginin de etkisiyle, modernist mimarinin müzik bağlamlarında kullanımı da geri döndü.

Egyptian Blue – Collateral EP (2019)

Egyptian Blue 2019 tarihli Collateral kısa çalarının artwork’leri için konsey sitelerinin kesilmiş resimlerini nasıl kullandıysa, Eades de İngiltere’deki Leeds şehrinin brütalist mimarisini Former Warning Cluster teklisine ait klibin çekirdeği haline getirdi. Eades, 2020 yazında yayımlanan kısa çalarları Microcosmic Things‘in kapağındaki Raissa Pardini tarafından tasarlanan yazılarda Weimar Cumhuriyeti’nin rasyonalist estetiğini benimsemişti. Brütalizmin kentsel senaryolara hakim olduğu Bristol’den IDLES da büyük beğeni toplayan ilk albümlerine Brutalism adını verdi ve albümün kapağında solist Joe Talbot tarafından yapılmış oldukça modernist bir heykelin fotoğrafını çerçeveledi.

IDLES – Brutalism albüm kapağı (2018)

Belaruslu grup Molchat Doma’nın Berlin merkezli Detriti Records tarafından yayımlanan ve TikTok’ta viral olan bir parçayla kült haline gelen Etazhi albümü, Slovakya’nın Štrbské Pleso kentinde 1970 yılında inşa edilmiş modernist bir bina olan Panorama Hotel’i tasvir eden kapağının da yardımıyla anında klasik statüsü kazandı.

Hollandalı grup Pip Blom, ilk albümleri Boat için David Hockney tablolarını anımsatan pastel nüanslara sahip Amerikan Batı Yakası resort tarzı modernist mimariyi tercih etti.

Psikocoğrafyanın Müzik Üzerindeki Etkisi

Günümüz insanının durumu ile yaşadıkları yerler arasındaki ilişkiye dikkat çeken çağdaş bağımsız müziğin mimariye yönelik ilgisinin izleri, Lancashire’ın işçi sınıfı mahallelerinin imgelerini benimseyen İngiliz grup Working Men’s Club‘dan son albümlerine Brutalism adını veren Drums‘a kadar pek çok örnekte bulunabilir. Milanolu ekip Calibro 35, Decade adlı albümlerinde Superstudio ve Archizoom ütopyalarından esinlenerek radikal mimari ile müzisyenlerin pentagramlar üzerine kaleme aldıkları müzik yapıları arasındaki analoji üzerine düşünmek için bir fırsat yaratır. Benzer şekilde, Olivetti Sound System, bilgisayar makinesi firması Olivetti’nin endüstriyel mimarisinin çağrıştırdığı ses manzaralarını araştırır.

İngiliz post-punk ve post-rock grubu Squid, ilk albümleri Bright Green Field piyasaya sürülmeden önce, kullanıcıların grubun kendi seçtikleri mekanlarda görünmesini sağlayabilecekleri bir web sitesi oluşturmuştu. Bu platform sadece canlı müziğin yeni akışkan boyutuna işaret etmekle kalmıyor, aynı zamanda Squid’in anlatımı ile şehir manzaraları arasındaki bağı da açıklıyordu. Squid’in 2021 tarihli teklisi Narrator‘ı destekleyen video, izleyiciyi, sanki grup bir CAD sürecinin ortasındaymış gibi, sürekli oluşan ve çözülen 3D kent ve kent dışı senaryolardan oluşan bir POV deneyimine yönlendiriyordu.

Filozof Giambattista Vico’nun memnun olacağı bir süreci takip eden müzikal ve karşı-kültürel eğilimlerin döngüsel geri dönüşleri ne olursa olsun, mimarinin çeşitli biçimlerde ve sapmalarda birçok genç sanatçının yaratıcı vizyonu üzerinde nasıl tutarlı bir etkisi olduğu üzerine düşünmek şüphesiz ilginçtir. Her ne kadar birçoğu akademik bir konu olarak mimariye yatırım yapmak zorunda olmasa da, sanatçılar kendilerini çevreleyen ve dolayısıyla ilham veren ortamlarla diyalog kurmaktan kendilerini alıkoyamıyorlar; sanatın disiplinler arası doğasına bir kez daha tanık oluyorlar.