1970’lerin sonlarında, punk rock kaotik zirvelerinden inmeye başladığında, yeni bir müzikal hareket ortaya çıktı: post-punk. Kökleri punk’ın ham hoşnutsuzluğuna ve düzen karşıtı coşkusuna dayanan post-punk, selefinin yabancılaşması (alienation) üzerine inşa edildi ancak farklı bir duygusal derinlik ve iç gözlemi de beraberinde getirdi. Punk gürültülü ve atılgan haliyle genellikle anarşi ve direniş hakkında bağırırken post-punk içsel savaşlardan ve parçalanmış ilişkilerden de bahsetti; aşk ve insan bağları üzerine daha karanlık, içe dönük bir bakış açısı sundu. Joy Division’ın Love Will Tear Us Apart’ı ya da Gang of Four’un Damaged Goods’u gibi bu dönemin şarkıları, romantizme şüphecilik ve belirsizlikle yaklaşarak hayal kırıklığının damgasını vurduğu bir dünyada gezinen dinleyicilerde yankı uyandıran yeni bir anlatı oluşturdu.

(Fotoğraf: Jacob SUTTON/Gamma-Rapho, Getty Images aracılığıyla)
Post-punk’ın aşk şarkıları 60’ların ve 70’lerin romantik baladlarından keskin bir şekilde farklıydı ve idealist ya da sonsuz bir bağ olarak geleneksel aşk kalıplarından uzaklaşıyordu. Bunun yerine, aşk karmaşık, zaman zaman acı ve çatışmalı halleriyle resmedildi. Pek çok kez vurguladığımız gibi, bu yeni yaklaşım da dönemin mücadelelerinden ayrı düşünülemez. Margaret Thatcher’ın İngiltere’si ekonomik zorluklar, grevler ve yüksek işsizlikle boğuşurken toplumsal gerilim, kinizm ve kendinden şüphe ile lekelenen romantik bağlantıları keşfeden şarkılar için benzersiz bir zemin de oluşmuş oldu. İşte böyle zamanlarda aşk, genellikle izolasyon, duygusal kırılganlık ve toplumsal baskı temalarının damgasını vurduğu kırılgan, hassas ve kusurlu bir deneyim haline geldi.
Joy Division‘ın Love Will Tear Us Apart şarkısı, parçalanmış aşkın özlü post-punk marşı olarak bu ton değişikliğini en iyi şekilde özetliyor. Bu parçada Ian Curtis, insan ilişkilerindeki içsel çelişkileri kabul ederek kötüleşen bir ilişkiyi anlattı: güçlü ama acı verici derecede kusurlu bir şey olarak. Curtis şarkı sözleriyle, hâlâ zorlayıcı olan, ancak hayatın daha geniş yabancılaşmalarının baskısı altında kendini sürdüremeyen bir aşk paradoksunu gözler önüne serdi. Birçokları için bu şarkı, aşkın cazibesinden uzaklaşmayı simgeliyor, romantizmi de aynı şekilde ham ve çürümeye yatkın bir şey olarak görüyor.
“Rutin yakamıza yapıştığında ve hırslar dindiğinde…”
“When routine bites hard, and ambitions are low…” cümlesiyle açılan parça, başarısız ilişkiyi karakterize eden bir sıkışmışlık ve monotonluk hissini ortaya koyuyor. Post-punk döneminde, Birleşik Krallık’taki pek çok genç, ekonomik zorluklar, yüksek işsizlik ve kendilerini kısıtlanmış hissetmelerine neden olan siyasi bir iklimle kasvetli bir gelecek yaşadı. Burada, “rutin yakamıza yapıştığında”, sürekli tekrar eden aynı kalıplara hapsolmanın boğucu hissi etrafındaki kişisel ilişkiler, birçok kişinin toplumun geneli hakkında hissettiği yabancılaşma ve umutsuzluğu kendine dönük bir şekilde yansıttı.
“Ve kin yükseklerde gezdiğinde ama duygular büyümediğinde…”
“And resentment rides high, but emotions won’t grow…”
Toplumun genelini avcunun içine alan ve doruklarda gezinen bu kin, her türlü çabaya rağmen üstesinden gelinemeyen bir durgunluğa sebep oldu. Yabancılaşma ve umutsuzluk karşısında oluşan bu duygusal uyuşukluk hissi, idealize edilmiş aşkla ilgili post-punk hayal kırıklığını iyi yakalıyor. Aşk, dünyada olup biten bunca şeyin yanında biraz olsun bir nefeslenme alanı yaratabilir miydi? Curtis’in sesindeki ve şarkı sözlerindeki kasvet, bu neslin romantikleştirilmiş beklentilerinin karşı karşıya kaldığı bocalamayı hemen cevaplıyor: Hayır.
“Yönümüzü değiştirip farklı yollardan gittiğimizde…”
“We’re changing our ways, taking different roads…”
Çünkü tarafların kendilerini hem duygusal hem de zihinsel olarak ayrı yollarda buldukları bir ilişki içinde kaçınılmaz bir ayrışma başlıyor. İlişkideki taraflar birlikte var olabilecekken gerçek bir bağdan yoksun olduğunda, post-punk’ın “ilişki içinde izolasyon” teması ortaya çıkıyor. Bu anlamda, geleneksel romantik temalara eleştirel bir bakış açısı getiren post-punk’ın aşka birleştirici bir şey değil de parçalayan ve yabancılaştıran bir güç olarak bakmaya cesaret ettiği görülüyor.
“O zaman aşk bizi yine ayıracak…”
“Then love, love will tear us apart again…”
Hepimizin ezbere bildiği, parçanın en can alıcı noktası olan o nakarat… Post-punk dünyasında ilişkiler ve aşk; beklentilerin, yabancılaşmanın ve iç kargaşanın ağırlığı altında çökmeye meyillidir. Sanki aşk, insanları kurtarmak yerine onları incitmeye ve bölmeye mahkummuş gibi. Bu noktada, Curtis’e “kaderci” demek, herhalde kolaya kaçmak olurdu çünkü şarkının devamında Curtis’in tüm çabalarına rağmen ilişkisindeki kırılganlığı ve suçluluk duygusunu, post-punk’ın iç gözlemci doğasının merkezinde yer alan bir tema olarak da açıkça görürüz.
“Uykunda ağlıyor musun? Tüm başarısızlıklarım ortaya döküldü. Çaresizlik beni ele geçirirken ağzımda bir tat var…”
“Do you cry out in your sleep? All my failings exposed. There’s a taste in my mouth as desperation takes hold…”
Kendini suçlama ve yetersizlik duygusu, erkekler tarafından yazılan birçok post-punk şarkı sözünde görülen parçalanmış erkeklik ve duygusal kırılganlığa işaret eder. Post-punk genellikle kendinden önceki müziklerin geleneksel kahramanlığından ya da metanetinden kaçınmıştır; bunun yerine, kırılganlığı ve kişisel kusurların kabulünü benimsemiş, kendi mücadeleleriyle yüzleşen dinleyicilerle derinden bağlantı kuran bir hamlık ortaya koymuştur. Ian Curtis için de çaresizlik ve duygusal çalkantı, hayatın her alanına, hatta duyulara kadar nüfuz etmişti. Şarkı sözlerini de dinleyicileri kendi durumuna tanık etmek için bir araç olarak kullandı.
Aynı dönemlerde aşkı eleştirel bir bakış açısıyla ele alan bir diğer grup da özellikle Damaged Goods adlı parçasıyla Gang of Four‘du. Şarkı, başarısız bir ilişkiyi tasvir etmek için tüketimcilik metaforlarını kullanıyor ve duygusal bağlılığı, bozulan alımsatımsal işlemlerle bir tutuyor. Bu anlamda aşk, parlaklığını yitirmiş bir ürüne dönüşerek dinleyicileri romantizmi kapitalist değerlerin eleştirisi üzerinden görmeye zorluyor. Parçanın sonunda yinelenen “goodbye” sözcüğü, aynı zamanda “good buy” (“kazançlı alışveriş”) ile sesteş. Böyle düşününce, Gang of Four, bu vedayı tüketim kültürüne alaycı bir selamla zekice yan yana getirerek ilişkilerin de metalar gibi aşırı kullanım ve tatminsizlikle değerini yitirip yitirmeyeceğini sorgulatıyor. Damaged Goods, ilişkilerin metalaşması ve aşk ile arzunun ticari doğası üzerine keskin bir yorum. Gang of Four’un eleştirisi, post-punk’ın geleneksel anlatıları sorgulama ve modern ilişkilerin altında yatan yabancılaşmayı ifşa etme yönündeki daha geniş eğilimiyle son derece uyum gösteriyor.
“Hasarlı ürünler, geri gönder onları. Çalışamıyorum, başaramıyorum, geri gönder beni…”
“Damaged goods, send them back. I can’t work, I can’t achieve, send me back…”
Gang of Four, post-punk ruhuna uygun olarak, romantik idealleştirmelere meydan okumak ve ilişkilerde “kullanılmış” olmanın yarattığı hayal kırıklıklarını ortaya koymak için parçanın alaycı tonuna rağmen sert bir dil kullandı. Şarkı sözlerini yazan Andrew Gill, David Allen ve Hugo Burnham’ın gözünden parçadaki baş kahraman, romantik beklentileri boşa çıkararak kendisini kusurlu bir ürüne benzetir. Üstelik, ilişkiyi kurtarma ya da kendini değiştirme çabaları nafile kalmış, ortada temel bir uyumsuzluk hasıl olmuştur. Bu “hasarlı” olma hissi, post-punk’ın duygusal haklardan mahrum bırakılma temasına gönderme yapıyor ve toplumun insanları son kullanma tarihi olan “mallara” dönüştürme eğilimini eleştiriyor. Öte yandan, olayın kahramanı, bunun aşk olduğunu ya da karşısındakini sevdiğini sanırken olan bitenin arzudan başka bir şey olmadığını da anlar. Böylece ilişkideki taraflar, kendi dışında işlev görme yeteneğini neredeyse tüketmiş gibidir. Bu kişiliksizleştirilmiş bakış açısı, insanların ve duygularının tüketilebilir ürünler olarak görüldüğü kapitalist çağda aşkın ticarileşmesine işaret eden iyi bir örnek.
Echo and the Bunnymen‘in Rescue şarkısı, post-punk dünyasının aşka bakışını yansıtan bir başka örnek. Bu parçada aşk, aksi takdirde acımasız bir gerçeklikten kurtuluşun bir biçimidir. Bununla birlikte, baş kahraman kurtarılmayı arzulasa bile, başka bir kişinin bizi hayatın karanlık akıntılarından gerçekten kurtarıp kurtaramayacağı konusunda içten içe bir şüphe duygusuna sahiptir. Rescue da diğer iki örnekte olduğu gibi, romantizmi ideale etmek yerine soğuk ve boyun eğmez hissettiren bir dünyada bağlılık için umutsuz bir yalvarış olarak sunuyor. Başka bir deyişle, aşka anti-kahramanca bir yaklaşım sunuyor.
Rescue, duygusal destek ve istikrar ihtiyacını, içsel çalkantılardan kurtulma özlemiyle birlikte irdeliyor. Echo and the Bunnymen’in müziği bazı post-punk çağdaşlarına göre biraz daha iyimser bir tona sahip olsa da şarkı sözleri içsel mücadele ve başkalarına bağımlılık duygusunu yakalayan incelikli bir kırılganlığı ortaya koyuyor.
“Yolumu kaybettiğimi söylesem, anlayış gösterir miydin? Sempati duyabilir miydin?”
“If I said I’d lost my way, would you sympathize? Could you sympathize?”
Bu anlayış talebi, post-punk’ın duygusal kırılganlığa duyduğu hayranlığı ve gerçek empatiyi bulmanın zorluğunu yansıtıyor. “Sempati” kelimesinin tekrarı, izolasyonun ortasında derin bir bağlantı özlemini; birisinin gerçekten anlayıp anlamayacağını ve kişiyi kendi duygusal labirentinden kurtarıp kurtaramayacağını öğrenme arzusunu vurguluyor. Cevaplar için başkalarına bakmak rahatlatıcı olsa da genellikle daha fazla soruyu beraber getirir.
“Beni kurtarmaya gelmeyecek misin?”
“Won’t you come on down to my rescue?”
Post-punk bağlamında, bağlantı arayışı ile ilişkilerin duygusal kurtuluş açısından gerçekten sunabileceklerinin sınırlarını tanımak arasında hassas bir gerilim vardır. Parçada tekrarlanan “kurtarma” çığlığı hem gerçek hem de metaforik bir çağrı olarak görülebilir. Bu sözler, kişisel mücadelelerden kurtulma özlemini yansıttığı gibi ilişkilerin bu kaçışı gerçekten sağlamadaki sınırlılıklarına da işaret eder. Böylece, belki de kişi, post-punk dünyasında nadir de olsa, iç savaşlarına tam bir cevap bulmuştur.

Post-punk, nihayetinde, aşkın müzikte nasıl anlaşılabileceğini yeniden tanımladı. İnsan ilişkilerinin karmaşıklığına dürüstçe bakabilmek için aşkın yanıltıcı cazibesinden kaçındı. Bu müzik dönemi, mutlu sonlar ya da idealize edilmiş romantizm vaat etmedi. Bunun yerine, ilişkilerin dağınıklığını, yakınlığın kırılganlığını ve duygusal bağın varoluşsal ağırlığını kucakladı. Post-punk’ın merceğinden bakıldığında aşk, karmaşık ve her zaman çözülemeyen bir mesele haline geldi. Bu hem post-punk’ın ilk dönemlerinin öncesinde hem de günümüzde cilalı, özenle paketlenmiş aşk şarkılarından çok farklıydı. Geleneksel romantizm kavramlarına meydan okuyan post-punk, aşk ve yabancılaşmanın bir arada var olabileceği benzersiz bir alan yaratarak insan duygularının karmaşıklığını kavradı ve müzikte dönüştürücü bir dönem olarak rolünü sağlamlaştırdı.
Post-punk’a ilgi duyanlar için bu şarkılar, hayal kırıklığı ve varoluşsal sorgulama duygularına bir ayna tutmaya devam ediyor. Sadece aşkla değil, giderek daha fazla kopuk ve metalaşmış hisseden bir toplumun ağırlığıyla mücadele eden tüm kuşaklarda da yankı bulmayı sürdürecek. Aşkta ve hayatta, post-punk sanatçıları, su katılmamış bu özgünlüğe ses vererek genellikle eksikliğini hissettikleri bir dünyada gerçek bir şey sunmaya devam edecek.
Son olarak, post-punk’ın aşk ve ilişkilerdeki kırılganlığı keşfeden ruhunu yansıtan 8 şarkılık bir liste paylaşıyorum. Bu listedeki her bir parça, kendi döneminin bağlılık ve yakınlığa dair özgün bakışının etkili birer ifadesini oluşturuyor.
- All I Ever Am – The Cure
- Nostalgia – Ash Code
- Butterfly On A Wheel – The Mission
- Love is Temporary – Forever Grey
- True Love (After All) – Pink Turns Blue
- Ответа Нет / Otveta Net – Molchat Doma
- Merasim – Jakuzi
- Give Me a Reason – Selofan
Kara Kadans bültende bu zamana kadar adı geçen tüm parçaları, Spotify’da yer alan “Kara Kadans Çalma Listesi”nde bulabilirsin.




